🦌 Allah In Dinine Nasıl Yardım Edilir

Vicdan Allah'ın En Fazla Hoşnut Olacağı Tavrı Arar. Vicdanlı bir insan Allah'ın hoşnutluğunu aramada çok titiz davranır. Her zaman "Allah'ı en fazla nasıl razı ederim" diye düşünür. Hiçbir tavrında başka insanların hoşnutluğunu, onların gözündeki konumunu gözetmez. Katıksız olarak Allah'a yönelir. Amabazı ayetlerde (Bakara 107, Ali İmran 126'da olduğu gibi) "Allah'a yardım edin" emri geçiyor. Bunu nasıl anlayalım? Bu ayetlerdeki yardım, "Allah'ın dinine sahip çıkın, samimi olun 1) İzâ câe nasrullahi velfeth; Nasrullah (Allâh nusreti) ve el Feth (mutlak açıklık - şuur bakışı) geldiğinde, (A.Hulusi) 1 - Gelip de Allahın nusreti ve feth. (Elmalı) İzâ câe nasrullahi velfeth Allah’ın nusreti yardımı, yani geri dönülmez yardımı, başarı garantili yardımı ve Allah'ın dinini tebliğ etmek için her yolu dener, çeşitli biçimlerde insanları Allah'ın dinine davet ederler. (Nuh Suresi, 5-9) • Baskıcı değillerdir. Merhametli ve yumuşak huyludurlar. -Aciz ve zayıf olduklarını kabul edip Allah'tan yardım dilemezler. Allah'a büyüklenerek, O'ndan yardım istemeyerek acizlik ve Savaşmücadelelerden bir mücadeledir. Kelime anlamı olarak cihad savaşma anlamının ötesinde ömrü boyunca seçim yapmak veya fedakarlık yapmak zorunda kalınan her konuda Allah’ın emir ve yasaklarını tercih etmektir. On altıncı ayette görüldüğü üzere Allah sabredenleri bilmeden, öğrenmeden cennete giremeyeceğiz. 8 sınıf 2. ünite - Zekat, Hac ve Kurban İbadeti: Zekat, zengin Müslümanların yılda bir kez malının veya parasının belli bir miktarını Allah rızası için ihtiyaç sahiplerine vermeleridir. Hac, şartları tutan Müslümanların yılın İSRÂVE Mİ'RAC E zü billâhi mineş-şeytànir-racîm. Bismillâhir-rahmânir-rahîm Rabbişrahlî sadrî, ve yessirlî emrî, vehlül ukdeten min lisânî, yefkahû kavlî Ve üfevvidu emrî ilallàh, innallàhe basîrun bil-ibâd Elhamdü lillâhi hakka zkZDU. Allah yoluna davet nasıl olmalıdır?İnsan, sahip olduğu güzelliklerden başkasının da istifade etmesini ister. Hele bu güzellik, insana dünyada müthiş bir huzur, âhirette sonsuz bir saadet sebebi ise, bir rahmet çağlayanı gibi bu güzelliği herkesle paylaşmaktan büyük bir haz alır. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile diğer peygamberân-ı izâm ve Allah dostları, yakînen hissettikleri îman heyecan ve lezzetini, başka insanlara da tattırabilmek için gece gündüz çalışmışlardır. Çünkü onlar neredeyse Cennet’in kokusunu alacak kadar ona yakın olmuşlar ve yine Cehennem’in sıcaklığını hissedecek kadar ondan korkmuşlardır. Bu sebeple insanların göz göre göre kendilerini ateşe atmalarına hassas gönülleri elvermemiştir. Peygamber Efendimiz’in gönül dünyasını şu âyet-i kerîme ne güzel ifade eder “Rasûlüm! Onlar îman etmiyorlar diye neredeyse kendine kıyacaksın!” eş-Şuarâ, 3 Peygamber Efendimiz’in, kendisinin insanları ateşten kurtarmak için gayretini anlatan şu hadîs-i şerifi de çok mânidardır “Benim ve sizin durumunuz; ateş yakıp da ateşine cırcır böcekleri ve pervaneler düşmeye başlayınca, onlara engel olmaya çalışan adamın durumuna benzer. Ben sizi ateşten korumak için kuşaklarınızdan tutuyorum, siz ise benim elimden kurtulmaya, ateşe girmeye çalışıyorsunuz.” Müslim, Fezâil, 19; Ayrıca bkz. Buhârî, Rikâk, 26; Tirmizî, Edeb, 82 Allâh’ın dinine dâvet eden peygamber ve evliyâullah, her ne kadar kendi gözleriyle görmüş gibi Cennet ve Cehenneme inanmış olsalar ve insanları Cennet’e dâvet için canhıraş bir şekilde gayret gösterseler de insanların bir kısmı Allâh’a inanmayı, bir kısmı da inkârı seçmiştir ve seçecektir. Çünkü her iki sonsuz mekân için de “gönüllüler” bulunması, dünyanın kuruluş hikmetidir. Bu dünya, büyük bir imtihan âlemidir. Herkes kendi irâde ve tercihleri neticesinde Cennet veya Cehennem’e gidecektir. Ve insanları Cennet’e zorlayarak götürme emri, vazifesi yahut sorumluluğu Peygamber Efendimize dahî verilmemiştir. Âyet-i kerimede bu husus şöyle ifade buyrulur “O hâlde Rasûlüm!, öğüt ver. Çünkü sen sadece öğüt vericisin. Onların üzerinde bir zorba değilsin.” el-Ğâşiye, 21-22 ALLAH YOLUNA DAVET DÜSTURU Bu sebeple Allah yoluna dâvet eden kimseler, Peygamber Efendimize tâlim edilen şu düsturla insanları çağırmayı prensip edinmişlerdir “Rasûlüm! Sen Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidâyete erenleri de hakkıyla bilir.” en-Nahl, 125 Tebliğ, candan olmalı ve gönüllere ulaşmalıdır. Baskı, kavga, cedel ve tartışmalarla muhatabı susturmak mümkündür; ancak bu metotla onu iknâ etmek ve gönlüne girmek mümkün değildir. Bu sebeple Yunus Emre, asırlar öncesinden “Ben gelmedim dâvî kavga için Benim işim sevi için. Dostun evi gönüllerdir Gönüller yapmaya geldim.” demiş ve onun çağrısı pek çok gönülde tesirini göstermiştir. Bugün de Allâh’ın dinine yardım etmek isteyenler, insanların gönlüne ulaşacak yolları bulmalıdırlar. Kaynak Zâhide Topçu, Şebnem Dergisi, Sayı 187 İslam ve İhsan Allah’ın Yardımını Bekleyenler, Allah’ın Dinine Yardım Etmelidir! Allah’a iman edince, yaratılışımızın gayesinin Allah’a kulluk olduğunu öğrendik. وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ “Ben cinleri ve insanları, başka değil, sırf bana kulluk etsinler diye yarattım.” Zariyat 56Yine Kitabımızdan İman iddiamızda ne kadar samimi olduğumuzun ispat gerektiğini, وَلَقَدْ فَتَنَّا الَّذٖينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَلَيَعْلَمَنَّ اللّٰهُ الَّذٖينَ صَدَقُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْكَاذِبٖينَ “Andolsun ki biz, onlardan öncekileri de sınamıştık. Allah, elbette doğru olanları ortaya çıkaracaktır; kezâ O, yalancıları da mutlaka ortaya çıkaracaktır.” Ankebut 3 öğrendik. Ve yine Bizden öncekilerin sınandıkları gibi sınanmadan bırakılmayacağımızı, onların başına gelen musibetlere benzer musibetler ile karşılaşıp sabır ile Allah’a tevekkül edip O’na sığınmadan cennete giremeyeceğimizi اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُمْ مَثَلُ الَّذٖينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْؕ مَسَّتْهُمُ الْبَأْسَٓاءُ وَالضَّرَّٓاءُ وَزُلْزِلُوا حَتّٰى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذٖينَ اٰمَنُوا مَعَهُ مَتٰى نَصْرُ اللّٰهِؕ اَلَٓا اِنَّ نَصْرَ اللّٰهِ قَرٖيبٌ “Yoksa sizden öncekilerin çektikleriyle karşılaşmadan cennete girebileceğinizi mi sandınız? Onlar öylesine yoksulluk ve sıkıntı çekmişler, öyle sarsılmışlardı ki peygamber ve yanındakiler, “Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?” demeye başladılar. Bilesiniz ki Allah’ın yardımı yakındır.” Bakara 214 öğrendik. Sınayan, bütün eksikliklerden münezzeh, her şeye kadir olan Rabbimiz; sınanan biz aciz, sınırlı kullarız. Aciz olan biz insanlar her zaman için yardıma muhtacız. Bizler aramızda imkânlarımız ölçüsünde yardımlaşmak ile mükellef olmakla birlikte hepimiz Müstean olan Allah’ın yardımına muhtacız. O yardım etmezse bize yardım edecek kimse olamaz. Çünkü O’nun yardımı mutlaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır; إِن يَنصُرْكُمُ اللّهُ فَلاَ غَالِبَ لَكُمْ وَإِن يَخْذُلْكُمْ فَمَن ذَا الَّذِي يَنصُرُكُم مِّن بَعْدِهِ وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكِّلِ الْمُؤْمِنُونَ “Allah size yardım ederse, artık size üstün gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi bırakıverirse, ondan sonra size kim yardım eder? Müminler ancak Allah'a güvenip dayanmalıdırlar.” Âli İmran 160 Ancak Rabbimizin bize yardımı şarta bağlıdır. Çünkü Rabbimiz başka bir ayette şöyle buyurmaktadır يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن تَنصُرُوا اللَّهَ يَنصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ “Ey iman edenler! Eğer siz Allah'a Allah'ın dinine yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı kaydırmaz/sizi sabit kılar.” Muhammed 7 Allah’a yardım, Allah’ın dininin yerleşmesine, güçlenmesine yardım demektir. Allah’ın dinini dava olarak bilip taşımaktır. Ki yeryüzünde fitne kalmayıp kulluk sadece Allah’a oluncaya; yeryüzünün tamamında İslam’ın hakimiyeti sağlanıncaya kadar çalışmaktır. Allah’a yardım etmek, Allah’ın emirlerini yerine getirmek, yeryüzünü adalet ile doldurmaktır. Böylesi bir uğraş içinde olana, Allah yardım edeceğini bildirmektedir. Allah’ın yardımı, bilinen sıkıntıların giderilmesi şeklinde olabileceği gibi kişinin ayaklarını hidayet üzerinde sabit kılmasıdır. Allah’ın yardımının kesin olacağına dair şu ayette daha net bir şekilde ifade edilmiştir. ... وَلَيَنصُرَنَّ اللَّهُ مَن يَنصُرُهُ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ “…Allah, kendisine kendi dinine yardım edenlere muhakkak surette yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, güçlüdür, galiptir.” Hac 40 Muhakkak güçlü ve galip olan Allah mutlak anlamda yardım edebilir. Ancak O’nun yardımı ile üstün gelinebilir. Allah’a yardım etmek, Allah’ın iman edenlerden kesin talebidir. Çünkü Rabbimiz şöyle buyurmaktadır. يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا كُونوا أَنصَارَ اللَّهِ كَمَا قَالَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ لِلْحَوَارِيِّينَ مَنْ أَنصَارِي إِلَى اللَّهِ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ نَحْنُ أَنصَارُ اللَّهِ فَآَمَنَت طَّائِفَةٌ مِّن بَنِي إِسْرَائِيلَ وَكَفَرَت طَّائِفَةٌ فَأَيَّدْنَا الَّذِينَ آَمَنُوا عَلَى عَدُوِّهِمْ فَأَصْبَحُوا ظَاهِرِينَ “Ey iman edenler; siz Allah'ın yardımcıları olun. Nitekim Meryem oğlu İsa, havarilere Allah'a giden yolda benim yardımcılarım kimlerdir? deyince, havariler demişlerdi ki Biziz, Allah'ın yardımcıları. İsrailoğullarının bir takımı böylece inanmış, bir takımı da küfretmişti. Nihayet Biz, o iman edenleri düşmanlarına karşı destekledik de böylece üstün geldiler.” Saff 14 Bu ayetlerden açıkça görülmektedir ki yardım olunmak istiyorsak yardım etmek zorundayız. Üstün olmak istiyorsak “أنصار الله” "Allah'ın Yardımcıları" olmak yani Allah’ın dinine yardım etmek, Allah’ın dinini dava edinip taşımak, İslam ümmetinin kurtuluşu için çalışmak zorundayız. Hidayet üzere bir hayat sürmek ve hidayet üzere ölmek istiyorsak أنصار الله olmak zorundayız. İmtihanımızı alnımızın akı ile geçmek istiyorsak, düşmanlarımıza galip gelmek istiyorsak, أنصار الله olmak zorundayız. Rabbimizin bize güç ve takat vermesini, sabrımızı artırmasını ve böylece insanlara şahitlik yapmak istiyorsak أنصار الله olmalıyız. Tek tek, fert fert değil; birlikte, kitle olarak, “ben” değil “biz” Ümmet olmalıyız. Hangi zaman diliminde ve hangi konumda olursak olalım, şartlarımız ne olursa olsun; “Biziz Muhammet ümmeti” diyebilmeliyiz. Çağın ve hayatın gürültüsü içinde, “kim ensar olacak?” çağrısını duyabilmeli ve duyurabilmeliyiz. Peki, nasıl ensar olunur? Herkes inkâr ederken İsa Aleyhi’s-Selam’ın nidasına karşılık vererek نَحْنُ اَنْصَارُ اللّٰهِۚ اٰمَنَّا بِاللّٰهِۚ وَاشْهَدْ بِاَنَّا مُسْلِمُونَ “Biz Allah için yardımcılarız; Allah’a inandık, şahit ol ki bizler Müslümanlarız.” diye haykıran havariler gibi ensar olunur. Âl-i İmrân Suresi 52 Ulaşması gereken yere varması için vahyin nuru, yüklendiği ağır yükün altında kalınca dost, Ebu Bekir gibi sadık ve ensar olunur. Altında kalınması gerekiyorsa taşların, Bilal gibi ensar olunur. Elleri boynuna bağlanması gerekiyorsa Talha gibi, hapis olunması gerekiyorsa Ammar gibi, Saad bin Ebi Vakkas gibi ensar olunur. Susayınca kana kara topraklar Sümeyye gibi ensar olunur. Taşınması gerekiyorsa davanın Yesrib’e, Musab bin Ümeyr gibi ensar olunur. Kavminin çoğunluğu kendisini inkâr ederken, kutlu elçi Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem ile gecenin karanlığında akabede sözleşen yiğitler gibi ensar olunur. Yeryüzünün kandilleri, karanlık ile kavgalı, aydınlık müjdecileri, zulmün ve zulmetin düşmanı, direniş ve diriliş erleri, bir avuç Evs ve Hazreçli yiğit gibi Ensar olunur. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den gelen en ağır şartları, tevekkülle karşılayan “... Bütün bunları dillerimizle, gönüllerimizle, güçlerimizle, getirdiğine iman ederek, kalplerimize yerleşen bilgiyi tasdik ederek 'evet' dedik. Hepsi için sana biat ediyoruz. Rabbimiz ve sana biat ediyoruz. Allah'ın kudreti hepimizin kudretinin üzerindedir. Kanlarımız senin kanını, vücudumuz senin vücudunu koruma yolunda feda olsun. Öz canlarımızı, çocuklarımızı ve kadınlarımızı koruduğumuzdan daha fazla seni koruyacağız. Bunları ancak Allah için yapacağız. Ey Allah'ın Rasulü, sözümüz sözdür...” diyen Yesrib'lileri temsilen Esad bin Zürare gibi ensar olunur. Bu öyle bir ensarlıktı ki yeryüzü böyle bir “أنصار الله” örneğine belki de ilk defa şahitlik edecekti. Karşılığı cennet olan alış-verişte ahde vefa bozulmadı. Biatin bedelini ödemekten kaçınılmadı. Bedir Savaşı öncesi değerlendirmede Ensar’ın görüşü şu ifadelerle tarihe geçiyordu يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّا لاَ نَقُولُ لَكَ كَمَا قَالَتْ بَنُو إِسْرَائِيلَ لِمُوسَى ‏{‏فَاذْهَبْ أَنْتَ وَرَبُّكَ فَقَاتِلاَ إِنَّا هَا هُنَا قَاعِدُونَ‏}‏ وَلَكِنِ امْضِ وَنَحْنُ مَعَكَ‏.‏ “Yâ Rasûlallah! Biz Sana, İsrâîl oğulları'nın Mûsâ Peygamber'e ''Artık sen Rabbinle beraber git. Bu suretle ikiniz harbedin. Biz muhakkak burada oturucularız" dedikleri gibi demeyiz. Fakat biz Sana " Düşman üzerine yürü, biz de Sen'inle beraberiz" deriz, dedi.” . Buhari Kitâbu’t – Tefsîr 5-4. Bâb Allah’a teslimiyetin zirvesinde, O’na ensar olmanın ifadeleri idi bu sözler Muhacir olan ile evini ve işini paylaşmaktı ensar olmak. Dünyevi tutkuların aşıldığı, paylaşmanın, kardeşlik duygusunun yuvalandığı temiz gönüllere sahip olmaktı ensar olmak. İşte İslâm Devleti böylesi bir أنصار الله olmanın temeli üzerinde kuruldu. Güzide İslam toplumu böylesi bir ensar olma anlayışının üzerine inşa edildi. İşte أنصار الله olma karşılığında, “nasrullah”/Allah’ın yardımı ardı ardına geldi. Zafer üstüne zafer ile ufuklara doğru yollar alındı. O halde saadet asrından bu asra ensar olma bilincini taşımalıyız. Hayatımızı çepeçevre saran kara bulutlardan aydınlığa yol tutabilmek için yeniden “أنصار الله” bilincine sahip olmak zorundayız. Çünkü bizler "ensarsız" bir dünyanın garipliğini yaşıyoruz. Çileli ümmet ve çaresiz beşeriyet, ensarını hasretle bekliyor. Akidesinden aldığı güçle Akabe'sinde Medine'sini projelendirecek ensar. Sa'd bin Rebî'nin mantığını ve ufkunu yakalamaya namzet ensarını bekliyor dünya. Öyle bir أنصار الله olalım ki ciğerleri su dolu cesetleri kıyılara vuran, ciğerleri toz dolu enkazların altında kalan ciğerparelerin olmayacağı aydınlık bir dünya oluşsun. Öyle bir ensar olalım ki yeniden Hamramevt ile San’a arasındaki yol emniyete kavuşsun. Ensarını bekliyor nasırlı eller, çadırlarda üşüyen bedenler, çamurlara bulanmış ıslak gözlü yurtsuzlar. Ensarını bekliyor yoksulluktan bitap düşmüş, faturasına bakakalan, bedenlerini yakan biçareler. Ensarını bekliyor vücudun yüksek ateşiyle kışın şiddetine direnen yakıtsız ve yardımsız nesiller. İki ateş arasında seslerini ancak Rablerine duyurabilen acılılar. Tehcir, tahkir, taciz, talan kapanında kalan kitleler أنصار الله ı bekliyor. Ey zamanı ahır döneminde gözünü dünyaya açan Müslümanlar! Öyle bir ensar olalım ki Allah’ın yardımı ile Dicle kenarındaki kuzuyu düşünen ömerler yetişsin.. Bir Müslüman kime yardım ettiğine dikkat etmelidir. Peki kime, nasıl yardım etmeli?Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurdu “Veren el alan elden hayırlıdır. Yardım etmeye, geçimini üstlendiğin kimselerden başla! Sadakanın hayırlısı, ihtiyaç fazlası maldan verilendir. Kim insanlardan bir şey istemezse, Allah onu kimseye muhtaç etmez. Kim de tokgözlü olursa, Allah onu zengin kılar.” Buhârî, Zekât 18, Nefekât 2; Müslim, Zekât 94-97, 106, 124. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Zekât 28, 39; Tirmizî, Zekât 38, Birr 77, Zühd 32; Nesâî, Zekât 53, 60. Hadisin Açıklaması Üstteki el, alttaki elden hayırlıdır diye de ifade edebileceğimiz ilk cümlede, Resûlullah Efendimiz yoksullara yardım eden kimselerin, o yardımı kabul edenlerden daha değerli olduğunu belirtmektedir. Hadisimizdeki “veren el, alan el” sözü, şahısları temsil etmektedir. Çalışan, kazanan ve malını Allah rızası için dağıtanlar, çalışmayıp dilenen şahıslardan üstündür. Çalışıp verenleri en üst derecede kabul edersek, el açıp dilenmeyen iffetli kimseler onlardan hemen sonra gelir. Daha sonra dilenmemekle beraber, fakir oldukları için yapılan yardımları kabul edenler gelir. En aşağıda ise dilenmekten çekinmeyenler ile malını muhtaçlara vermeyenler gelir. YARDIM ETMEYE KİMDEN BAŞLAMALIYIZ? Yardım etmeye en yakınlardan, özellikle de kendilerini geçindirmek zorunda olduğumuz kimselerden başlamak gerektiği bu hadîs-i şerîfte bir kere daha belirtilmektedir. Harcamanın hangi sırayla yapılması gerektiği bu hadîs-i şerîfte daha açık şekilde belirtilmiş, insanın elindeki imkânı önce kendisinin, hanımının ve çocuklarının ihtiyaclarına, daha sonra da akrabalarına sarfetmesi tavsiye edilmiş, şayet artarsa başkalarına dağıtması uygun görülmüştür. Nesâî, Zekât 60 SADAKANIN HAYIRLISI “Sadakanın hayırlısı, ihtiyaç fazlası maldan verilendir” ifâdesi, insanın bakmakla yükümlü olduğu kimselere harcayacağı parayı bir yana ayırdıktan sonra arta kalan maldan vereceği sadaka daha makbûldür anlamına gelmektedir. Yâni sadaka veren şahsın kendisi ve ailesi muhtaç durumda olmamalıdır. Ayrıca kimseye borcu da bulunmamalıdır. Zira borcu varken sadaka vermeye kalkmak alacaklıya karşı haksızlıktır. Verilen o sadaka kendisinin değil, alacaklının hakkıdır. Bir kimse bütün malını fakirlere dağıtma yetkisine sahiptir. Fakat daha sonra muhtaç duruma düşebilir ve keşke bütün malımı vermeseydim, diye yaptığı hayırdan pişmanlık duyabilir. Bu sebeple malın üçte birinden fazlasının verilmemesi uygun bulunmuştur. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer gibi mallarının tamamını veya yarısını dağıtan büyük insanlar, insanlık tarihinde nâdir görülen şahsiyetlerdir. “Sadakanın hayırlısı, ihtiyaç fazlası maldan verilendir” ifadesi şöyle de anlaşılabilir Fakire verilen sadaka onun işine yarayacak miktarda olmalı, zavallının bir açığını kapamalıdır. İnsanlardan bir şey istemeyip sadece Allah’dan yardım bekleyen kulunu, Cenâb-ı Hak kimseye muhtaç etmez. Ona iffet ve kanaat duygusu verir. Böylece onu mânen doyurur. Ona elindeki imkânla yetinmeyi öğretir. Bu asil ve değerli duygu, insanı hiçbir zaman küçültmez. Elindeki imkâna kanaat etmeyenler ise, ne kadar varlıklı olurlarsa olsunlar, dâimâ açgözlüdürler, doymak bilmezler. Tokgözlü olanları Cenâb-ı Hak kimseye muhtaç etmez. Zira nefis öyle bir şeydir ki yuları çekilirse başeğer, itaat eder. Dizginleri serbest bırakılırsa, sahibini peşinden sürükler; tehlikeli bataklıklara dalmaktan, korkunç uçurumlara atılmaktan geri durmaz. Hadisten Öğrendiklerimiz Varlıklı olanlar mallarından fakirlerin hakkını vermelidir. Muhtaçlara verenler, muhtaç olup alanlardan hayırlıdır. Bir kimse önce aile fertlerinin ihtiyacını temin etmeli; parası artarsa başkalarının yardımına koşmalıdır Yoksul olanlar kimseye avuç açmamalı, insanlara yüz suyu dökmemelidir. İnsanlardan dilenmek yerine Allah’dan istemelidir. Allah Teâlâ böyle kullarına gönül zenginliği verir ve onları kimseye muhtaç etmez. Kaynak Riyazüs Salihin, Hadis-i Şerif Tercümesi, Erkam Yayınları İslam ve İhsan

allah ın dinine nasıl yardım edilir