🎍 Bir Çiçek Çizdim Bu Akşam Avucuma

Miave ablası. Şimdi size ablamla beni anlatıcam biraz. Daha önce Ablamdan bahsetmiştim. İşte bu garip ve tatlı kızla aramızda farklı bir bağ var. Aramızda farklı bir dil geliştirdik ve yıllarca ablamla kalabalık ortamlarda bile dedikodu yapmayı başardık. Kimse ne dediğimizi anlamıyor ve yıllar geçti annemle babam bile Bir çiçek çizdim bu akşam avucuma İsmini her şey koydum.. Nasılsın diye sorma bana anlatamam Birini çok sevmek gibiyim Didem Madak.. Seni yarın ya da bu akşam kaçırsam mı acaba! 🥂 "Düştüğün yerde çiçek aç!" diyorlar ya hani heh işte ben onu bu hayatta en çok senden öğrendim! Bana nerede ve nasıl düşeceğimi bu kadar iyi öğrettiğin için teşekkür ederim. Yıllar önce Bozcaada'da mıcıra kaptırdığımızda abi Genco bendeydi. Ben bence o gün Birçiçek çizdim bu akşam avcuma. İsmini herşey koydum. Simli ojeler sürdüm yalnızlıktan sıkıldığımdan. Müsveddesi gibi şimdi tırnaklarım. Yıldızlı bir gecenin. Yıl 2000. Tekke ve zaviyeleri kapatıldı kalbimin. Tombul güvercinler dolaşırdı kiremit çatısında. Bulutlar akardı paçalarından, uğuldarlardı. AlevAlev 6. bölüm izle; Show TV'nin Ay Yapım imzalı draması Alev Alev, bu akşam 6. bölümüyle ekrana geliyor. Demet Evgar, Hazar Ergüçlü ve Dilan Çiçek Deniz'den oluşan başrol oyuncularıyla ilgi çeken Alev Alev dizisinin yeni bölümünde Cemre için kritik bir seçim yapma zamanı gelmiştir. Gecehüzünlenen bir dost Kederliyim bu akşam,tarumar olan yüreğimle bir uçurumdayım.Üzüntüm keşkelerimde saklı,sana söyleyemediklerim deBakarsam anlarsın diyeceğim ama bakamadığım gözlerimde saklı senin hayalin. Tekirdir tekerlenir bir saranı bulunmaz." diyen o adama.. Anlatarak bitiriyorum hayatımı Bilmiyorum başka nasıl bitirilir bir hayat Bir çiçek çizdim bu akşam avucuma İsmini her şey koydum. Simli ojeler sürdüm yalnızlıktan sıkıldığımdan. Müsveddesi gibi şimdi tırnaklarım Yıldızlı bir gecenin. KMBy6. Bugün bir Şair öldü!... Bugün; Türkiye'nin en çok çiçek, anne, evlat ve kardeş Sevgi'si kokan Şair'i öldü dostlar... Bugün bir Şair öldü!...Bugün;Türkiye'nin en çok çiçek, anne, evlatve kardeş Sevgi'si kokan Şair'i öldü dostlar...“Çiçekli şiirler yazmak istiyorum bayım!...” diyen...Kısacık ömrüne sığdırdığı,Acıklı sözlerin kraliçesi"Acıklı sözler kraliçesiyim ben!...Yağmur, bir daktilo kız kadar daha vaktim kalmadı!.Artık ifadem alınmalı...Asaletim de sizin olsun baylar, rezaletim de!.Beni bir sütyen lastiğiyle asın...”Acı dolu Şiir'lerin Şair'i öldü bugün"Sonra gittin!...Çocuk oldum bir daha, şiir, kaç kere sular altında aşk, her şeyi son bir kere daha kurtaramazdım…Keşke nane şekeri gibi,Mentollü bir buluttan doğaydım…Keşke,Dünya toz şekeri ile kaplı olsaydı!...Çocuk oldum sonra ağladım,Yağmur bile beni ayıpladı…Söz dedim, söz gömdüğüm yer halâ özledim, sonra Sen'i...Keşke,Gölgesine razı bir fesleğen olaydım...”***"On dört yaşındaydı ruhum bayım,Bir mermer masanın soğukluğunda yaşlandı…Protez bacaklar taktılar ruhuma ince ve beyaz,Gıcırdaya gıcırdaya dolaştım şehri…” diyerek,38 yaşında kaybettiği annesi Fisun'u yazan...Acıyla yoğrulmuş dizelerin Şair'i...Annesini kaybettiği yıl doğan kızına,Annesinin ismini verdi...Büyükannesi göremedi Füsun'u...O da doyamadı...Füsun 3 yaşındayken bu hayata veda tam 10 yıl önce,23 Temmuz 2011'de...Bundan tam 10 yıl önce;Hayatın acı gerçeklerini,Yüzümüze yüzümüze vuran Şair'i öldü dostlar..****"Ay Işıl’a Sığışmıştı" adlı Şiir'indeIşıl çocuktu o zaman, ben de kesin yazdı, karpuzdan feneriyle...Hani her çocuğu başka bir çocuğa,Yaklaştıran bir şarkı vardır yaKıyıya yanaşan bir gemi akşam ay Işıl’a sığışmıştı;Işıl, çocukluğuna...Çocukluğumuz mor bir zambağa...Hani her çocuk zaman zaman,Kendini mor bir zambağın içinde düşler ya!..Hani o iki çocuk birbirine gülümser içine bir çiy tanesi iki ateş gibi konuşmuştuk…İki küçük geveze gece el ele ele tutuşmuş iki kelebek gibi…Gidecektik, kaçacaktık ülkeler gemiler yüzmüştü ruhumuzda...Ben Işıl’ın yelkenini uzaklara gitmesin diye…Pirinç taneleri savurmuştuk havaya,Grapon kâğıtları, konfetiler…Fener alayı geçmişti sevinçle daha hiç ay Işıl’a sığışmamıştı...O akşamki gibi,O akşamki kadar büyük,Siyah saçlı bir mucizeydi sanki ay…Ateşe atmıştık biz ve beyaz bir kemik gibi...Susmuştuk;Peygamberler inmişti hayatımıza,Donuk fotoğraflar, yalanlar, kitaplar…Susmuştuk;Bir baykuş,Kapı aralığına sıkışmış bir ruh gibi bağırmıştı...Susmuştuk;Bir daha hiç ay Işıl’a sığışmamıştı...Ayın yerinde kara bir delik kalmıştı..." diyerek;Kardeşine duyduğu sevgiyi,İçindeki bitmek bilmeyen aforizmalarıyla,Sıcacık yaşanmışlıklarıyla anlatan dizelerin Şair’i...***Işıl Madak Kaya'nın ablası...Tüm Şiir yüreklilerin kıymetlisi...Tireli hemşehrim...Dedim ya;Türkiye'nin en çok çiçek, anne, evlatve kardeş sevgisi kokan Şair'i,Bugün öldü dostlar...***"Müsveddeler" şiirinde"Lokum getirmişti ve kitap,Ben ruhunu getirsin istemiştim oysa..."Dedikçe acıtan,Acıdıkça yazan,Didem Madak öldü bugün...Şiir'leri bir güvercin gibi havalandı da,Gökten üzerimize yağdı...***"Anlatarak bitiriyorum hayatımı,Bilmiyorum başka nasıl bitirilir bir hayat…Bir çiçek çizdim bu akşam avucuma,İsmini her şey’ koydum…Simli ojeler sürdüm yalnızlıktan sıkıldığımdan;Müsveddesi gibi şimdi tırnaklarım,Yıldızlı bir gecenin…"Kim bilir daha neler anlatacaktı ya,Dar vakitlere sığdırdı onca Şiir'ini...Kedilerden,Muhabbet kuşlarından,Çikolatadan,Pulbiber Mahallesi’nden,Ahlat ağacından yana boldu lafları oysa...***Bir hastalık geldi, bırakmadı kanserinden öldü Didem Madak...Tam 10 yıldır aramızda değil;Yitik bir zamanda,Başka bir diyarda belki...Belki bizi bekliyor,Tüm Şiir yüreklileri...***3 yaşında bir kız annesiykenve 41 yaşındayken henüz;23 Temmuz 2011’de,İstanbul’da ayrıldı aramızdan…"Ölüm, çok iri bir sözcük değil bayım..." diyerek...Ruhun şad olsun Didem Madak...Işıklar içinde uyu hemşehrim,Işıklar içinde, huzurla uyu...Anısınave muhteşem üretimlerine saygıyla... Her şiirinde en az bir cümleye vurulabileceğiniz Didem Madak’ın Ah’lar Ağacı kitabından alıntılar. 1- “Çok şey görmüşüm gibi, Ve çok şey geçmiş gibi başımdan, Ah.. dedim sonra Ah!” 2- “Çocukken şöyle dua ederdim Tanrı’ya Tanrım bana hiç erimeyen, Kırmızı bir bonbon şekeri yolla.” 3- “Ve şimdi şöyle dua ediyorum Tanrı’ya Olanlar oldu Tanrım Bütün bu olanların ağırlığından beni kolla!” 4- “Kaybolmak istemiştim bir zamanlar Kapının arkasında yokum demiştim Ve divanın altında da. Bulamazsınız ki artık beni, hayatın ortasında. Kaybolmak istemiştim bir zamanlar Beni kimse bulamazdı Tanrı’nın arkasına saklansam O kocamandı, en kocamandı o. Bir kız çocuğunun hayalleri kadar.” 5- “Güzin Ablası kitaplar olan bir kızdım, İçim sıkılmasa o kadar Tek satır bile okumazdım.” 6- “İnsan çıtır ekmeği ısırdığında, Kırıklar dolar kucağına, İşte orası umudun tarlasıdır. Ve orada başaklar ağırlaştığında, Sayısız ah dökülürdü toprağa.” 7- “Bıçağın ucundaydı insanların hafızası İnsan unutkandır ve insan unutulmaya mahkum olandır.’ Tanrı şöyle derdi o zaman Ah!” 8- “Vasiyetimdir Dalgınlığınıza gelmek istiyorum Ve kaybolmak o dalgınlıkta.” 9- “Ya siz, Nasıl bilirdiniz çocukluğunuzu ey cemaat? Nasıldı Öldürdüğünüz birinin cenaze namazını kılmak?” 10- “Annem çok sevmelerin kadınıydı. Bazen sevinince annem gibi, Rengarenk reçeller dizerim kalbimin raflarına. Annem çok sevinmelerin kadınıydı, Sıcak yemeklerin.” 11- “Ama yazgısını yaldızlı çokomel kağıtları gibi, Tırnaklarıyla düzeltemiyor insan. Yıllarca biriktirdim rengarenk çokomel kağıtlarını kitap aralarında. Aşık olduğumda, çikolata kokardı kırmızı yazgım.” 12- “Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca Alt katında uyumayı bir ranzanın Üst katında çocukluğum… Kağıttan gemiler yaptım kalbimden Ki hiçbiri karşı kıyıya ulaşmazdı. Aşk diyorsunuz, limanı olanın aşkı olmaz ki bayım!” 13- “Yüzüme nur inmedi, yüzüm nura indi bayım Gözyaşlarım bitse tehbih tanelerim vardı Tesbih tanelerim bitse gözyaşlarım… Saydım, insanın doksan dokuz tane yalnızlığı vardı.” 14- “İnsan kaybolmayı ister mi? Ben işte istedim bayım. Uzaklara gittim Uzaklar sana gelmez, sen uzaklara gidersin Uzaklar seni ister, bak uzaklar da aşktan anlar bayım!” 15- “Kim bir şairi kırsa Şair gider uzun bir dizeyi kırar mesela Bilirim kim dokunsa şiire Eline bir kıymık saplanacak. Bilirim kırılmış dizeleri tamir etmez zaman Yorgunum oysa Durmadan kendime tunç uyak aramaktan.” 16- “Saçlarımda dolunay taneleri eriyor” 17- “Zamanı sarışın bir kedi olarak yarat baştan Allah’ım Bırak okşayayım. Esirge ve bağışla beni gerçekten Bırak düşlerimde kaybolayım.” 18- “Anlatarak bitiriyorum hayatımı Bilmiyorum başka nasıl bitirilir hayat Bir çiçek çizdim bu akşam avucuma İsmini her şey koydum. Simli ojeler sürdüm yalnızlıktan sıkıldığımdan. Müsveddesi gibi şimdi tırnaklarım Yıldızlı bir gecenin.” 19- “Birini çok sevmek gibiyim” 20- “Kardeşim, biriciğim Bazı yaralar yararlıdır buna inan, Bazı yaraların ortasından küçücük bir el, Sanki geçmişine çiçek uzatır, Bazı yaralardan sızan kanla, Tüm geleceğin yıkanır.” 21- “Hay! Ben sizin ruhunuza çiçek aşısı yapayım da çiçekler açsın ruhunuz. Hadi alkışlayın! Biliyorum hala biraz safım.” 22- “Bir uyağa takıldım, düşmeye razıyım Artık beni anla. Annemin bir şiir defteri vardı Yaprakları gitgide sarardı Hep sararan bir şey olarak kalmışsın aklımda. … Eski bir şiirsin sen, unutulursun, unutma … Konuşma, konuşmak istemezsen Ben konuşurum tavanda koşuşan ışıklarla Hep aynı şeyi söylerim Beni anla.” Ah’lar Ağacı Didem Madak Metis Yayınları "Az sevme bilmiyorum ben. Çok sevdiğimdendir bu kadar incinmem..." Anne tarafından Tireliydi, hemşerim de ya; 8 Nisan 1970’de, İzmir’de bir şair doğdu dostlar. Öyle böyle bir şair değil hem. Hayatta kaldığı kısa süre içinde Türk şiirine damgasını vuran… Benden 1 buçuk yıl önce; doğduğum topraklarda, memleketimde Türkiye'nin en çok çiçek, anne, evlat ve kardeş sevgisi kokan şairi doğdu dostlar... "Çiçekli şiirler yazmama kızıyorsunuz bayım! Bilmiyorsunuz darmadağın gövdemi. Çiçekli perdelerin arkasında saklıyorum. Karanlıkta oturuyorum, ışıkları yakmıyorum" diyen, çiçekli şiirlerle acıyı yoğuran şair doğdu bir İzmir baharında... Didem Madak, 52 yaşında... ***** “On dört yaşındaydı ruhum bayım, Bir mermer masanın soğukluğunda yaşlandı. Protez bacaklar taktılar ruhuma ince ve beyaz, Gıcırdaya gıcırdaya dolaştım şehri… …Annem işte öyle bir kadındı! Çocuklar gökyüzüne bakar sorardı Aydede orada ne yapıyor anne? Annem öldüğünde aydede içimde, Yüzlük bir ampul gibi parçalandı..." diyerek; bizi de dize dize parçalayan, şiirlerinde daha çok 38 yaşında kaybettiği annesi Fisun'u yazan... Acıyla yoğrulmuş dizelerin şairi... Annesini kaybettiği yıl doğan kızına; sadece bir harf farkla, annesinin ismini verdi. Büyükannesi göremedi Füsun'u. O da doyamadı... 41'indeyken henüz, kendi "Maşallah"ını geçemedi de, Füsun 3 yaşındayken, 2011'de, İstanbul'da bu hayata veda etti... "Pardon diyorum ayağıma bastığında dünya. Saçlarımın ucundan başlıyor artık kırılma. Kelimelerin tadına bakıyorum. Zehrinden korktuğum acı kelimeler yutuyorum yanlışlıkla..." dedikçe acıtan, acıdıkça yazan Didem Madak, 52 yaşında... ***** Şiirleri; yokluğundan beri yorulmaksızın an be an kanat çırpan bir güvercin gibi havalarda, aforizmalarında her buluştuğumuzda... "Anlatarak bitiriyorum hayatımı, Bilmiyorum başka nasıl bitirilir bir hayat. Bir çiçek çizdim bu akşam avucuma, İsmini her şey koydum… Simli ojeler sürdüm yalnızlıktan sıkıldığımdan; Müsveddesi gibi şimdi tırnaklarım, Yıldızlı bir gecenin…" Kim bilir daha neler anlatacaktı ya, dar vakitlere sığdırdı onca şiirini. Kedilerden, muhabbet kuşlarından, çikolatadan, Pulbiber Mahallesi’nden, ahlat ağacından yana boldu lafları oysa... "Kim bir şairi kırsa Şair gider uzun bir dizeyi kırar mesela… Bilirim kim dokunsa şiire Eline bir kıymık saplanacak… Bilirim kırılmış dizeleri tamir etmez zaman Yorgunum oysa..." Genç yaşına rağmen yorulmuştu artık! Bir hastalık geldi, bırakmadı yakasını."Ölüm, çok iri bir sözcük değil bayım" diyerek... Kolon kanserinden öldü Didem Madak... 11 yıldır aramızda değil; yitik bir zamanda, başka bir diyarda belki. Belki bizi bekliyor, tüm şiir yüreklileri... Ruhun şâd olsun Didem MADAK... Huzurla uyu. Anısına ve muhteşem üretimlerine saygıyla... Bugün; Türkiye’nin en çok çiçek, anne, evlat ve kardeş Sevgi’si kokan şairi Didem MADAK öldü… “Çiçekli şiirler yazmak istiyorum bayım!” diyen hani… Kısacık ömrüne sığdırdığı acıklı sözlerin kraliçesi “Acıklı sözler kraliçesiyim ben! Yağmur, bir daktilo kız kadar hızlı. Hızlı, daha hızlı. Fazla vaktim kalmadı! Artık ifadem alınmalı…. Asaletim de sizin olsun baylar, rezaletim de! Beni bir sütyen lastiğiyle asın…” Acı dolu Şiir’lerin şairi öldü bugün “Sonra gittin! Çocuk oldum bir daha, ağladım. Kaç şiir, kaç kere sular altında kaldı. Kitaplar, aşk, her şey. Her şeyi son bir kere daha kurtaramazdım. Keşke nane şeker gibi mentollü bir buluttan doğaydım.. Keşke dünya toz şekeri ile kaplı olsaydı! Çocuk oldum sonra ağladım, Yağmur bile beni ayıpladı. Söz dedim, söz verdim. Ruhumu gömdüğüm yer hâlâ belli. Güneşi özledim, sonra seni… Keşke gölgesine razı bir fesleğen olaydım…” *** “On dört yaşındaydı ruhum bayım, Bir mermer masanın soğukluğunda yaşlandı. Protez bacaklar taktılar ruhuma ince ve beyaz, Gıcırdaya gıcırdaya dolaştım şehri…” diyerek, 38 yaşında kaybettiği annesi Fisun’u yazan. Acıyla yoğrulmuş dizelerin şairi… Annesini kaybettiği yıl doğan kızına, bir harf farkla annesinin ismini verdi… Büyükannesi göremedi Füsun’u… O da doyamadı… Füsun 3 yaşındayken bu hayata veda etti. Bundan tam 11 yıl önce, 23 Temmuz 2011’de… Bundan tam 11 yıl önce; hayatın acı gerçeklerini yüzümüze yüzümüze vuran Şair’i öldü dostlar… *** “Ay Işıl’a Sığışmıştı” adlı şiirinde “Işıl çocuktu o zaman, ben de öyle. Mevsim kesin yazdı, karpuzdan feneriyle… Hani her çocuğu başka bir çocuğa, Yaklaştıran bir şarkı vardır ya Kıyıya yanaşan bir gemi gibi. O akşam ay Işıl’a sığışmıştı, Işıl çocukluğuna… Çocukluğumuz mor bir zambağa… Hani her çocuk zaman zaman, Kendini mor bir zambağın içinde düşler ya! Hani o iki çocuk birbirine gülümser sonra. Zambağın içine bir çiy tanesi düşer. Koşuşan iki ateş gibi konuşmuştuk. İki küçük geveze gece sineğiydik. Düşlerimiz el ele tutuşmuştu. El ele tutuşmuş iki kelebek gibi. Gidecektik, kaçacaktık buralardan. Uzak ülkeler düşlemiştik. Büyük gemiler yüzmüştü ruhumuzda… Ben Işıl’ın yelkenini üflememiştim. Bensiz uzaklara gitmesin diye. Pirinç taneleri savurmuştuk havaya, Grapon kâğıtları, konfetiler… Fener alayı geçmişti gözlerimden. Işıl sevinçle alkışlamıştı. Bir daha hiç ay Işıl’a sığışmamıştı… O akşamki gibi, O akşamki kadar büyük, Siyah saçlı bir mucizeydi sanki ay. Ateşe atmıştık biz onu. İnce ve beyaz bir kemik gibi… Susmuştuk; Peygamberler inmişti hayatımıza, Donuk fotoğraflar, yalanlar, kitaplar… Susmuştuk; Bir baykuş, Kapı aralığına sıkışmış bir ruh gibi bağırmıştı… Susmuştuk; Bir daha hiç ay, Işıl’a sığışmamıştı. Ayın yerinde kara bir delik kalmıştı…” diyerek, kardeşine duyduğu Sevgi’yi, içindeki bitmek bilmeyen aforizmalarıyla, sıcacık yaşanmışlıklarıyla anlatan dizelerin şairi… Tüm Şiir yüreklilerin kıymetlisi… Tireli hemşehrim… Dedim ya Türkiye’nin en çok çiçek, anne, evlat ve kardeş sevgisi kokan şairi bugün öldü dostlar… *** “Müsveddeler” şiirinde “Lokum getirmişti ve kitap, Ben ruhunu getirsin istemiştim oysa…” dedikçe acıtan, acıdıkça yazan Didem MADAK öldü bugün… Şiir’leri bir güvercin gibi havalandı da gökten üzerimize yağdı… “Anlatarak bitiriyorum hayatımı, Bilmiyorum başka nasıl bitirilir bir hayat. Bir çiçek çizdim bu akşam avucuma, İsmini her şey koydum… Simli ojeler sürdüm yalnızlıktan sıkıldığımdan; Müsveddesi gibi şimdi tırnaklarım, Yıldızlı bir gecenin…” Kim bilir daha neler anlatacaktı ya, dar vakitlere sığdırdı onca Şiir’ini… Kedilerden, muhabbet kuşlarından, çikolatadan, Pulbiber Mahallesi’nden, ahlat ağacından yana boldu lafları oysa… Bir hastalık geldi, bırakmadı yakasını. Kolon kanserinden öldü Didem MADAK… Tam 11 yıldır aramızda değil; yitik bir zamanda, başka bir diyarda belki… Belki bizi bekliyor, tüm Şiir yüreklileri… 3 yaşında bir kız annesiyken ve 41 yaşındayken henüz; 23 Temmuz 2011’de, İstanbul’da ayrıldı aramızdan… “Ölüm, çok iri bir sözcük değil bayım…” diyerek… Ruhun şâd olsun Didem MADAK… Işıklar içinde uyu hemşehrim, toprak incitmesin seni, huzurla… Anısına ve muhteşem üretimlerine saygıyla… Detay.. Archive for Temmuz, 2011 çiçekli şiirler yazmak istiyorum bayım! “… Ölüm çok iri bir sözcük değil bayım. Kasımpatları kadar acı kokuyorum biliyorum. Ama siz sobada sucuklu yumurta pişirip yiyen Yoksul bir aşkın güzelliğini bilir misiniz? Bir gül, bir güle derdi ki görse Yalan söylüyorum Güller bu sıra hiç konuşmuyor bayım.” Didem MADAK didem madak çok genç yaşta ölümü yaşadı.. çok çok iyi bir şaiiri unutup, geçmek istemedim.. şöyle kısa bir hayat tanımı .. bir kaç yerden alıntılar.. ve 2 adet şahane şiir .. 1990 kuşağının en iyi şairleri arasında gösterilen Didem Madak, 23/7/2011 tarihinde hayata veda etti. Bir süredir kolon kanseri tedavisi gören Madak, 41 yaşındaydı. Müsvedde’ şiirinde “Anlatarak bitiriyorum hayatımı/ Bilmiyorum başka nasıl bitirilir bir hayat/ Bir çiçek çizdim bu akşam avucuma/ İsmini her şey koydum/ Simli ojeler sürdüm yalnızlıktan sıkıldığımdan/ Müsveddesi gibi şimdi tırnaklarım/ Yıldızlı bir gecenin” diyen Madak’ın cenazesi bugün öğle vakti Şişli Camii’nde kılınacak cenaze namazının ardından toprağa verilecek. 1970 İzmir doğumlu Madak, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Tezgâhtarlık, sekreterlik, anketörlük gibi işlerde de çalışan Madak’ın şiirleri Ludingirra, Öküz ve Sombahar gibi dergilerde yayımlandı. Grapon Kâğıtları’ isimli ilk kitabı İnkılap Kitabevi Şiir Ödülü’nü kazanan Madak, 2002 yılında Ah’lar Ağacı’, 2007 yılında ise Pulbiber Mahallesi’ adlı şiir kitaplarını yayımlamıştı. Bireysel ve toplumsal özgürlük vurgulu şiirlerinde kadının iç dünyasını yansıtan Madak aynı zamanda, Wayne Miller ve Kevin Prufer’ın yayıma hazırladığı New European Poets’ adlı antolojide Çiçekli Şiirler Yazmak İstiyorum Bayım!’ şiiriyle Türkiye’yi temsil etmişti … Ölüm çok iri bir sözcük değil bayım./ Kasımpatları kadar acı kokuyorum biliyorum./ Ama siz sobada sucuklu yumurta pişirip yiyen/ Yoksul bir aşkın güzelliğini bilir misiniz?/ Bir gül, bir güle derdi ki görse/ Yalan söylüyorum/ Güller bu sıra hiç konuşmuyor bayım.’ çiçekli şiirler yazmak istiyorum bayım! zenciler prensesi olacağım hayat işte asıl o zaman başlayacak’ pippi uzunçorap çiçekli şiirler yazmama kızıyorsunuz bayım bilmiyorsunuz. darmadağın gölgemi çiçekli perdelerin arkasında saklıyorum. karanlıkta oturuyorum. ışıkları yakmıyorum. çalar saat zembereği boşalana kadar çalıyor acı veren bir sevişmeyi hatırlıyorum. bir bıçağın gereksiz yere parlaması bu. yıllardır kendini bulutlarda saklayan illegal bir yağmurum. bir yağsam pahalıya malolacağım. ben bir bodrum kat kızıyım bayım yalnızlıktan başka imparator tanımaz bodrumum bir süredir plastik vazolar gibi hiç kırılmıyorum fakat korkuyorum. birazdan da kırk üç numara ayakkabılarınızla bahçede oynayan çocukların üstüne basacaksınız bu iyi olmaz bayım! “gün akşam oldu” diyorum ekmek kırıntıları atıyorum kuşlara cam kırıkları yiyorlar rüyamda; bir kase dolusu suyun içinde rengarenk yap-boz parçacıkları anlatmak istiyorum, dinlemiyorsunuz. hayır, sanırım sabahı bekleyemem bilmiyorum. insanlar rüyalarını acilen anlatmalı. ondört yaşındaydı ruhum bayım bir mermer masanın soğukluğunda yaşlandı. protez bacaklar taktılar ruhuma ince ve beyaz gıcırdaya gıcırdaya dolaştım şehri protez bacaklarıma bile ıslık çaldılar o ara içimde çiçeklerden oluşmuş bir silahsız kuvvet ablukaya alındı sinemalarda da “organzm gıcırtıları” oynuyordu. kaçmaya çalıştım. olmadı. bu nedenle, çiçekli şiirler yazmayı ruhum açısından faydalı buluyorum bayım. neyse işte ben her filmi hatırlarım sinemaların hiç bitmeyen gecesine sığındığım çok oldu. “sofinin tercihi”ni seyrederken çok ağlamıştım. öpüşen guramilerle ilgili bir film yapsalar onu da mutlaka hatırlardım. insan içinde çevrilen bir çıkrığın sesini unutur mu? hem sonra ben hatırlamaya alışkınım bir “eşya toplayıcısıyım” bayım. büyük gemiler yok artık bayım büyük yelkenler de büyük kağıtlar yakmak istiyor şimdi canım işte az önce bir karabatak daldı suya bir süredir de kayıp dünyayı yutmuş olarak çıksa da ortaya ölüm çok iri bir sözcük değil bayım. kasımpatları kadar acı kokuyorum biliyorum. ama siz sobada sucuklu yumurta pişirip yiyen yoksul bir aşkın güzelliğini bilir misiniz? bir gül, bir güle derdi ki görse yalan söylüyorum güller bu sıra hiç konuşmuyor bayım. DİDEM MADAK .. SİZ AŞK’TAN N’ANLARSINIZ BAYIM? Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca Alt katında uyumayı bir ranzanın Üst katında çocukluğum… Kâğıttan gemiler yaptım kalbimden Ki hiçbiri karşıya ulaşmazdı. Aşk diyorsunuz, limanı olanın aşkı olmaz ki bayım! Allah’la samimi oldum geçen üç yıl boyunca Havı dökülmüş yerlerine yüzümün Büyük bir aşk yamadım Hayır Yüzüme nur inmedi, yüzüm nura indi bayım Gözyaşlarım bitse tesbih tanelerim vardı Tesbih tanelerim bitse gözyaşlarım… Saydım, insanın doksan dokuz tane yalnızlığı vardı. Aşk diyorsunuz ya Ben istemenin Allahını bilirim bayım! Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca Balkona yorgun çamaşırlar asmaya Ki uçlarından çile damlardı. Güneşte nane kurutmayı Ben acılarımın başını evcimen telaşlarla okşadım bayım. Bir pardösüm bile oldu içinde kaybolduğum. İnsan kaybolmayı ister mi? Ben işte istedim bayım. Uzaklara gittim Uzaklar sana gelmez, sen uzaklara gidersin Uzaklar seni ister, bak uzaklar da aşktan anlar bayım! Süt içtim acım hafiflesin diye Çikolata yedim bir köşeye çekilip Zehrimi alsın diye Sizin hiç bilmediğiniz, bilmeyeceğiniz İlahiler öğrendim. Siz zehir nedir bilmezsiniz Zehir aşkı bilir oysa bayım! Ben işte miraç gecelerinde Bir peygamberin kanatlarında teselli aradım, Birlikte yere inebileceğim bir dost aradım, Uyuyan ve acılı yüzünde kardeşimin Bir şiir aradım. Geçen üç yıl boyunca Yüzü dövmeli kadınların yüzünde yüzümü aradım. Ülkem olmayan ülkemi Kayboluşumu aradım. Bulmak o kadar kolay olmasa gerek diye düşünmüştüm. Bir ters bir yüz kazaklar ördüm Haroşa bir hayat bırakmak için. Bırakmak o kadar kolay olmasa gerek diye düşünmüştüm. Kimi gün öylesine yalnızdım Derdimi annemin fotoğrafına anlattım. Annem Ki beyaz bir kadındır. Ölüsünü şiirle yıkadım. Bir gölgeyi sevmek ne demektir bilmezsiniz siz bayım Öldüğü gece terliklerindeki izleri okşadım. Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca Acının ortasında acısız olmayı, Kalbim ucu kararmış bir tahta kaşık gibiydi bayım. Kendimin ucunu kenar mahallelere taşıdım. Aşk diyorsunuz ya, İşte orda durun bayım Islak unutulmuş bir taş bezi gibi kalakaldım Kendimin ucunda Öyle ıslak, Öyle kötü kokan, Yırtık ve perişan. Siz aşkı ne bilirsiniz bayım Aşkı aşk bilir yalnız! DİDEM MADAK amy winehouse için kederim ise ayrı bir yazı konusu… o bir kelebekti ve ömrü bu kadardı.. daha fazla yaşayamazdı.. bir şarkısını gönderiyorum.. love is a losing game.. çok sevgiler.. Taflan’ Posted in Edebiyat, Güncel, Hayata Dair, Şiir, Tadımlık, Yazar 'Taflan' No Comments » Tuncel Kurtiz’den Otobüs.. isviçre’deki evde telefon çalıyor birden, tunç okan.. abi, seni çok aradım, nerelerdesin, mutlaka görüşelim.. ben şimdi bir belgesel çekiyorum.. sonra görüşürüz.. tamam, benim telefonum şu.. tamam..’ bir bakıyoruz ertesi gün bir telefon geldim, sizin evin önündeyim..’, buyur, gel yukarıya..’ sarılmalar, kaç yıl oldu baba, seni nasıl özledim.. bak bir gün çalışacağız, buluşacağız dedik, işte buluştuk..’ çok güzeldi.. mutlaka bir film yapacağız..’ bir film yapmak kolay değil..’ biliyorum, öğreniriz..’ ve hikayeler.. bu arada bebek’ filminin cezayir’de çekilmesi kesinleşiyor.. rahmi saltuk da filme alınıyor.. tunç okan da küçük bir rol oynamak üzere cezayir’e çağrılıyor.. yaptığımıza pek de film denemez.. barbaro daha çok acemi.. ama çok beğeniyor yaptığını.. işte öyle bir film çıkıyor oradan.. isviçre’de dişçilik yapan tunç okan bir film çekmeyi kafaya iyice koymuş artık.. 68 günleri, üniversitede arkadaş olan iki isviçreli, biri tunç okan, birisi tuncel kurtiz.. birisi dişçi oluyor, birisi mühendis.. aynı kızı seviyorlar.. sonunda bir düello yapıyorlar.. böyle bir hikaye anlattı bana tunç okan.. iyi bir hikaye olur’ dedim.. sen ve ben, iki isviçreli..’ sonra bir otobüs’ senaryosu üzerine çalışmaya başladık.. istanbul’dan başlamak istiyordu.. florya plajında uzun donlu insanlar vardı.. bunların hepsi kalktı, bir otobüs geldi, içinde insanlar vardı.. bunlar harikulade gelişti.. fakat filmin ortalarında tunç okan’ın patron tavırları takınması, insanları ayırması ve bütün bunları kimseye para vermeden yapması? herkes oraya beni sevdiği için, bana inandığı için geliyor.. ben de herkese demişim ki bu hepimizin filmi, herkes bu filmin ortağı olacak, ama yüzde bir ama yüzde yarım..’ bazı anlaşmazlıklar yüzünden filmin bir bölümünü bitirdikten sonra bizim tunç okan sırra kadem bastı ve filmlerle birlikte gitti, şoförü oynayan oğuz roylas’ı aldı.. hamburg kerhanelerinde birkaç sahne çekti ve filmi böylece bitirdi.. sonra mektuplar yazdı, bu filmi ben yaptım, güneş balçıkla sıvanmaz’ gibi beylik laflarla.. sokaktan topladığım insanlarla film yaptım..’ çok üzüldüm.. yıllar sonra sizin festivalde, bursa’da otobüs’ filmi gösterilirken karşılaştık.. film başlamadan önce mikrofonda bugün yıllar sonra otobüs’ filmini burada izlemek benim için harikulade bir şey.. ama daha önemli bir şey var ki, yıllar sonra burada karşılaşabildiğim tuncel kurtiz.. onunla beraber olabilmek, tekrar onu görebilmek ne büyük mutluluk..’ teşekkür ettim.. ben otobüs’ filminden bir kuruş para almadım..’ TUNCEL KURTİZ’ BÖLÜK PÖRÇÜK’ , TUNCEL KURTİZ , BOYUT Kitapları, 216 Sayfa, 2004.. Posted in Kitap, Oyuncu, Sinema, Tadımlık No Comments » DÜŞÜNCE Zaman, tahayyülün renksiz meyvası Hayatın bitmeyen raksında keder; Mes’ut rüyaların saf rayihası; Uykuda çimlenen ilk düşünceler. Günahsız arzular, şekilsiz zaman; Bir rüya gülüşü, içli ve sade; Yükselir ansızın dal uçlarından, Bulutsuz rüyalar şekillenince. Çılgın rüyalardan dökülen billur. Mevsimi dallardan içen mavilik, Bir cennet meyvası dallarda huzur; Meçhul masallardan kalan renksizlik. EDİP CANSEVER İlk Şiiri, 1944.. Alıntı PAPİRÜS Aylık Dergi, Sayı 2, Temmuz 1966.. Posted in Şiir, Tadımlık No Comments » Benim biraderler Yeryüzünün ızdıraba gark olmuş ruhları Aslında yeryüzünde bulunmalarına rağmen, hala elmayı yememiş ve cennetten kovulmamışları itham etmek gibi bir amacım yok. Sadece yazmak, baş ucuna ilişmek istedim Amy Winehouse’un… Bilmek bazen kesmiyor insanı; hani hamlığından kurtulup ya da bunun zehabına kapılıp pişiyorsun ya… Yok aslında öyle bir şey, yaptığın belki de sadece içindeki o kuyunun üzerine çekip tahtadan kapağı, Hayyam’ın rubaileriyle gözyaşlarını yerlerinden çıkmasınlar diye, işte onlar orada dursunlar da göğsündeki derin yarık tekrar kanamaya başlamasın diye, hıçkırıklı kahkahalar atmak. Bu işte en iyi yaptığım şey. İşte bu “şey” diyerek işaret ettiğim istidatlarımı da bilincim ve hafızam gibi kurarım. Malzemeyi de alemden ve bilinçaltımdan toplarım. Bakışlar… Hafızamda kayıt dışı bakışları toplanır cümle alemin. Orası öyle bir kuyu ya, varsın dolsunlar içine. Ancak mümkün değil, bana değdiği, benile irtibatlandığı andan itibaren arkamı dönüp gitmem. Evet yaşarım hem de çok güzel yaşarım gündeliği, ancak hafızadaki bakış o da benle yaşar dolaşır sokaklarını dünyanın. Bilirim, bu benim kadim bilgeliğim. Dünyaya ikinci doğuşum, yine acıyla olmuştu; ammawelakin ağlayamamıştım bile… Hayat zordu wesselam we tam sırt çantamı alıp yola çıkacakken, kendimi Bay Sınır Durumlarla Sınanmanın kollarında bulmuştum. Elbette, tabi ki, o yolculuğa hiç çıkamadım; ancak söz konusu Bay’ın rehberliğinde çıktığım yolculuğun yanında o, 80 günde devr-i alem kalırdı. Şimdi buradan bakınca, eywallah sayın bayım! Amy W., en başından göründü işte o derinumutsuzacıboşluk BtŞ’ye… Daha önce Kurt Cobain’de de olmuştu, benim gökyüzümün yıldızlarında da… Yine de çok güzeller, yine de paha biçilemezler… Ol sebepten, bu aralar, ilk tekkeme vefa ziyaretinde bulundum; iki tur döndüm etrafında ortasındaki ızdıraptan müteşekkil kara deliğin. Ne çok sewerdi o kara delik beni, ne çok içine alır ve geri çıkarırdı; çünkü acıdan gözlerim kanadığı zamanlarda bile, deli gibi gülerdim. Ama yine de, Amy’nin üzeri örtülmüş cesedini taşırlarken ambulansa, bir defa daha teyit ettim ki, ne sonluluk ne de bu fikrin benile birleşmesinden doğan o piçhiçlik duygusu beni bırakıp da gitmeyecekler bir yere. Öyleyse “Yüreğim kimselerden ihsan dileme/Bu amansız felekten aman dileme/Bil ki derman aradıkça artar derdin/Derdinle haldaş ol, derman dileme Ö. Hayyam.” İbn-i Zerabi’ Posted in Güncel, Hayata Dair, Müzik, Yazar 'İbn-i Zerabi' No Comments » Dibin tadına vurulduk !!! Sadece iki satır bişey yazıp çıkacağım diye düşünüyorum zaten işler acayip bir şekilde yoğun Crockett devamlı sitem ediyor iki satır bişey yaz diye . Yazamıyorum bir sürü yazar arkadaş bile benden çok yazdı siteye sanıyorum . Takip de ediyorum sağlam yazıyorlar yüreklerine sağlık . Dün yine çöplükte içiyorduk bu Crockett’ın ısrarlarını anlamıyorum bazen kafam zaten trilyon olmuş hala iç te iç . İçiyoruz da ne zaman bırakacağız karaciğer i masaya merak ediyorum . Bu aralar vucudumun sinyal verdiğini hissetmiyor değilim ama durmak yok içmeye devam ! Bir kaç satır da aylakadamiz için bişeyler söylemek istiyorum . Nerden başladık nasıl başladık nerelere geldik . Bugün geldiğimiz noktaya ben bile şaşırıyorum . Sitenin istatistiklerini gördükçe yaptığı hit sayılarını gördükçe gururlanmamak içten değil sevgili dostlar . Ve biz hala bu siteye reklam almıyoruz . Bu alana o kadar çok reklam vermek isteyenler var ki anlatamam . Ama inatla reklama karşıyız !!! Sıcaklarla da başımız epey dertte bu sıcak havada çok sert içkiler içmemenizi tavsiye ediyorum ki ben bu ettiğim tavsiyeye hiç bir zaman uyamayacağım bunu da biliyorum . Dipte kendimizi bulduk , dibin tadına vurulduk !!! BLACKHAWK Aga’nın tabiri ile REİS Posted in Sayıklamalar, Yazar 'Blackhawk' No Comments » hey ! hareketsiz… - hareket etmeyenler, zincirlerin ne kadar ağır olduğunu bilmezler…’ – rosa luksemburg kendimden çok uzaktayım yine… her şey aklımda koşuştururken, hareketsiz bir sızı var içimde… duvar dibi gibi… oysa alışmaya başlamıştım. keskin viraj gibi birden bire değiştirdiğin hayatıma… biraz olsun tekrar içtenleşmeye başlarken gülüşüm, yine sahteleşip beni terk etti.. hiçbir şey yapmak istemiyorum bugün… beni yine dönme dolaba bindirip en yüksek yerde elektriği kesen, üstelik birde şiddetli rüzgarlarla beni deneyen, her gün, her sabah illaki baktığım ve hep bir daha asla bakmayacağım dediğim facebook foton mu, su şişesi mi, yoksa bana aldığın ayakkabılar mı bilemedim… hani en son senle içtiğimiz tekila var ya… hani sen yine bahçesi olmuştun pembeli, kırmızı yanakların… hani yüzünü eşkiterek içtiğin içki, eline tatlı tatlı şeyler yazdırmıştı, şimdi okununca tatlılıktan ziyade, bizans mızrakları gibi gelen cümleler… kahretsin!!! sigarayı üfleyişinde geldi şimdi aklıma, efkarla işve arası bir kavisi vardı dudaklarının… ne çok yakışıyordun geceye ve alkole… sonra ben ayak parmaklarına komik komik suratlar çizmiştim de sen yine çok salakça bulmuştun hani… sana gönderdiğim cevizlerin kabuklarına da çizmiştim o komik gülen suratlardan… acaba o zamanda salakça gelmiş miydi? her neyse işte ben o tekila şişesini atmadım… su şişesi yaptım ve gün içindeki en işe yarar reaksiyonumda, off çeke çeke şişeyi kafama dikmek… dolabın önünde öylece dikilirken, yine istilasına uğruyorum hiç hesapta olmayan anıların ve…… sesini duymak istiyorum… sadece sesini duymak… ama sen bilme istiyorum… bilmeden bahset günlük sıkıntılarından… evinden bahset, yapmak istemediğin ev işlerinden, dökülen kahveden, bencillikten, gitmek istediğin konserlerden, izlediğin filmlerden, yeni aldığın giysilerinden, hamza’dan, borçlardan, sana bebekken süt getiren amcadan, hatta ONDAN bahset… ya da hiçbir şey yapma dur öylece nefes alışını duyayım… bilinçli şekilde acı yaşamak bu olsa gerek… bana aldığın ayakkabıları giyerken de ne kadar eskidiklerini fark ettim, peki neden eskimiyor böğrümdeki bu sızı? bazen kendimi balık gibi hissediyorum… oltana takılmış, sonra sen tarafından ufacık bir leğende bir süre bakılmış, sonra ”-ne bu ya tuta tuta bu balığımı tuttun! küçük balık bu, işine yaramaz, öbür leğene attığın balık daha iyiydi, boş ver at gitsin bunu denize…! diyene kulak verip apar topar tekrar denize atılmış bir balık gibi… hatta o kadar umarsızca ve acele fırlatılmış ki denize; çarpacağı kayalıklar hesaba katılmayan, sersemleşmiş bir balık gibi… şimdi tekrar tüm her şeyi bir başıma omuzlamak ve iyileşmek zor… aman ha.. yakındığımı düşünme sakın… hiç ama hiç yakınmıyorum sadece hüzünlü bir şey işte… aklıma geldiğinde ! sümüklü halde hatırladığım çocukluk arkadaşlarımı, facebook’ta çoluk çocuğa ve zamana karışmış halde bulduğumdaki burukluğu yaşıyorum o kadar…. hem ben sayende birçok dost edindim sevgili ecelim… böğrümdeki sızına borçlanarak buluştuğum dostlar… yüzlerini görmediğim ama her birinin yaralı bir güvercini okşar gibi yüreğime dolan kelimelerini bildiğim dostlar… kelimelerimle ellerini tuttuğumu söyleyen dostlar… hastalanan annem için en az benim kadar kaygılanan dostlar, güzel bir şey dinlediğinde okuduğunda paylaşan, şarkılar, türküler armağan eden dostlar… CROCKETT, REİS, ÖTEKİ, NİYOBE, GULE ve henüz tanışamadığım daha bir çok aylak dost…. teşekkür ederim sevgili ecelim… sayende bu mutluluk, hepsi sayende…. BULUT’ -korku ve kan, daha her şeyin sonu değildir, bir şey, tek bir şey tüm yıkıma karşı ayakta kalır… insanın insanla karşılaşması… gün oldu, bir yabancının bakışlarıyla, bize bir göz kırpışıyla… uçurumun kenarından döndük…. – cesare pavese’ Posted in Hayata Dair, Yazar 'Bulut' No Comments » AŞKA AŞIK KADINLARLA SAYIKLAMALAR ve adam, her gün kadına duyduğu açlığın acısını çekip, sadece onun varlığını bilerek hissedebilir mi ? – bence mümkün.. ve kadın adamın yıkılmış halinin ötesini görüp, ona ulaşabilir mi ? – bence tüm çabası bu… böyle dedi durmadan tırnaklarındaki yaşamı kesip yiyen kadın.. ve karşılıklı bir atışmadır başladı çığlıktaki kadınla geçmişe olan yolculuk… M- O kadar canım yanıyor ki çocuk.. uzak yakın bir yolda yolsuz bir yosma kalmış avuçlarımdaki yüreğimle iz sürme sevdasındayım.. şizofrenist olmuş tüm harfleri bulup bulup yutma aşkındayım.. O kadar canım yanıyor ki çocuk uzak yakın ve gölgesini yutmuş kuklalarla aşk sevgisiyle ateş böceklerinin peşine düşmüş bir çocuk gözündeyim… A- Aşk sevgilinin ruhuna çıkılmış bir yolculuktur. kendini ararken ateş böceklerinin aydınlığı doldurur yüreğini. onların geçip gittiği yolda sen kalırsın. demir atarsın, bir cennet diye baktığın bahçe anlamsız bir otoyola döner onu ararsın geçen her aracın içinde.. onun olmadığı her yer cehennemleşir, kuraklaşır ve sularsın… ama ellerim ellerinde Kadın.. votka şişesinin kapağını açtım.. kitapları çıkaralım tozlanmış raflarından Kadın.. iki içer sonra laflarız boş şeylerden. içindeki boşluğu dolduramam Kadın ama seviyorum seni.. sana doğru çıkılmış bir yolun başındayım.. M- Nietzsche’nin Salomesi’ne takıldı gözlerim demin.. yollar ki, aktı gitti önümden de bir tek o durdu donuk gözleriyle karşımda.. Ahh Salome, içini taşkın zamansızlığıyla Nietzsche’yi alt eden kadın… insan kendini alt edendir diye söylenir dururdu o zerdüşt.. oysa insan insanı alt edendir. bak Zerdüşt, salome seni sevgisizliğiyle aletti. sonra benim yüreği kendinden ağır, asiyle direnişim olan Kadınım.. gel bu gece aşka dair ne varsa bu yolun başında başlayalım saçmaya.. sen elindeki votka kadehiyle yürek sızımda voltalar at, ben beni bekleyişlerinin gecesine elimdeki bu şarap şişesiyle kızılcık masalları çizeyim kırılan bardaklarla.. dinle asim.. benin asiyle direnişim olan göğüm… Aşka aşık kadınların kaderidir bu kadın, boşluğun yankılanan sesiyle kalmak. sen yola sadece yol olmak için çıkarsın, uzuvlarından spermler taşıranlar sadece yolcu olmak için çıkar.. sen ilk kez kar yağışının ruhuna bıraktığı mucizeyi gizler ve fısıldayışını duyumsamak için eğilirsin arza.. kaygan delikler için anlık delilikler peşinde koşanlarsa arza kapkaç olurlar.. Varsın Salome elinde kırbaçla dolansın bu gece, biz gene de Nietzsche’nin gözlerinden damlayan yaş olalım aşka aşk için.. seni sevmenin iç çekişlerini üfürüyorum.. hisset Kadın. hadi içelim.. acıya, hüzne, aşka varoluşa, varken yok oluşla kavrulanlara.. kan kaybından cehennemleşenlere ama en çok da aşka aşık kadınlara içelimmm.. M- Savunmasızdı aşk karşısında aşka aşık kadınlar … Elinde kırbacı olmayana veryansın edip sırt dönerdi, çünkü aşka aşık kadınlar sırtında şaklatılan kırbacın acısına aşıktılar.. yola yol olan bu kadınlar acının rahmine dahra olup sevişiyorlardı kendilerinden doğurdukları o piç acıyla.. Salome umarsızlığın çarmıhında unutmuştu kendini Kadın.. Nietzsche İsa’nın ruhundaki o duyumsanan yanlarındaki peygamber edasına bürünüp Salome’nin kendisi için hazırladığı çarmıhta gerilmeye bıraktı kendini.. çünkü aşk başkaldırıdır, nidalarını ters yüz edip aşka boyun eğmektir dedi böylece o çarmıhta gerilirken.. gel Kadın.. aşık olduğum adama değil sahipsiz kalmış Nietzsche’nin gözyaşlarına içelim.. Kafka’ya ve onun sahipsiz kalmış mektuplarına içelim.. hadi kaldır kadehi de ruhuna bürüneyim gece gibi Kadın… A- Ve ne yazık ki Nietzsche biliyordu kırbacı elinden bırakırsa gelip o kırbacın kendi sırtında şaklatılacağını.. yine de öyle bıraktı kendini Salome’nin karşısında. Ve Nietzsche savunmasızdı aşk karşısında.. ve şimdi o zerdüştün acılarını giyinelim bu gece.. ve aşka değil, aşık olduğum adama içelim , aşık olduğumuz adamlara içelim… sevginin hindi baası kelebekler yapıyor uçuşan tüylerden hissettim.. Kafka içini deşiyordu aşkın bıçağıyla ruhunu, Nietzsche Salome’den gelecek her türlü acıya boyun eğiyordu.. Zafer takip etti Nilgün’ü ve aşk hep kendinden bir şeyler katıp karıştı sevgilinin acısına . içelim be Mavim.. Cemal Süreya gibi içelim.. ne içsek şarap olsun 12’den sonra.. M- Nilgün’ün kuşlarına içelim Asi göğüm.. İçini amansız bir boşlukla beslerken nasıl ölüme kucak açmış ona içelim.. Plath’in ölüm haritasındaki keşiflere içelim.. onun kafasından sızan hezeyanların bunaltılarına sonra.. nasılsa gece bizim Kadın. içelim ve acının en diplerinde bize gülümseyen piç çocukları da unutmayalım kadın.. sonra… Aşkın yol haritası hep böyle katran karası bir iç yarasıdır Kadın.. ve Aşka aşık kadınların memelerinden sızan irin rengindeyim bu gece.. içelim kadın, içelim.. enderinimden sızan son demimin dilek ağacına çaput bağlarken ki acısına içelim… susadım kadın.. hadi birlikte susalım ve asmabahçelerinin yalın ayak koşan çocuklarıyla birlikte göğü izleyelim.. asiyle direnişin çığlıklarını duyumsayalım.. susssss !!! Mavinin Çığlığı’ Posted in Sayıklamalar, Yazar 'Mavinin Çığlığı' No Comments » SOUND OF NOISE music for one city and six drummers..’ günlerdir canım sıkkın, nefes almak istemiyorum.. saçma sapan gündemlerin içinde saçma sapan problemlerle uğraşıyorum senin yalnızlığında, yok sayışlarında, bir görünüp bir kaybolmalarında ve terk etmişliğinde ikizim..’ siteye yazmak istiyorum ama yazamıyorum.. içimdeki kabaran öfke, stres, kırılmışlığım, yok sayılmışlığım artık son safhasına gelmiş durumda.. şu tatil gelse de bir iki hafta dinlenmeye teşebbüs etsem diye artık saat dakika sayıyorum.. işte bu süreçte geçen gün zorla elime tutuşturulan bir filmle karşılaştım ve bir süre nefes alıp, kafamı dağıttım sound of noise..’ gece yarısı yine kafam on milyon şekilde eve gittiğimde izlemek istemedim önce filmi.. bir an önce sızmak istiyordum çünkü biliyordum ki iki saat sonra kalkacağım ve bir daha hiç uyuyamayacağım sabaha kadar.. iki saatlik uykuma yatarken filmi de çalıştırdım yanı başımda oynasın, mırıldansın diye.. gözlüklerimi çıkarmadan ilk beş dakikayı izleyeyim dedim uykum belki daha çabuk gelir diye.. ama uykum geleceğine koşa koşa kaçtı.. film aldı esir etti beni.. iskandinav sinemasına son yıllarda fena şekilde tutulmuştum zaten.. bu film doruk noktası oldu benim için.. içinde müzik olan, müzikle ilgili filmleri çok severim.. hele biraz da hayatla iç içe olursa bayılırım bu filmlere.. işte bu film hem hayatla iç içe ve hem de düzene başkaldırı niteliğinde bir film.. müzisyen bir aileden gelen terörle mücadele biriminde çalışan polis memuru amadeus warnebring’ bir tahta kulaktır..’ yani müzik kulağı yoktur, hiçbir müzik aleti çalamadığı gibi aynı zamanda müzikten nefret de etmektedir.. dedesi, babası, annesi değişik aletler çalan ya da orkestra şefliği yapan bir ailedir.. şimdi de küçük kardeşi büyük bir orkestra şefi olmuştur.. ama polis memuru warnebring bu aileden hiç nasiplenmemiştir.. işin ilginç yanı şimdi müzikal bir soruşturmayla karşı karşıyadır.. filmin geçtiği şehri ve insanları adeta bir orkestra gibi kullanan altı kişilik bir eylemci grubu vardır.. onlar için hayatın her öğesi bir müzik aletidir.. en akıl almaz şeylerle bile müzik yapmaya çalışırlar.. hayata, düzene karşı tepkilerini bir kent ve altı davulcu için müzik’ şeklindeki bir eylem programıyla gerçekleştireceklerdir.. birinci eylem ses getirecek birisini kaçırarak onun üzerinde müzik yapmaktır.. evet bir insan bedeni.. bunu bir hastanede gerçekleştirmeye karar verirler.. ikinci eylem ise paraya karşı tepkilerini ortaya koymak için bir bankada içeridekileri rehin alarak bankanın içindeki aletlerle müzik yapmaktır.. üçüncüsü ise polis warnebring’in kardeşinin vereceği konser sırasında konser salonunun önünde akla hayale gelmeyecek aletlerle müzik yapmaktır.. ve sonuncu eylem ise sürpriz olsun sizlere.. her eylemde şaşkınlığım arttıkça ağzım, gözlerim açık kalıyordu kocaman kocaman hayretler içinde.. son eylemi yaparlarken artık koptum, çüşş dedim yuh dedim, sonra saygı duydum, taptım bu altı kişilik gruba.. bu eylem listesini filmdeki ingilizce versiyonuyla da yazayım içimde kalmasın.. music for one city and six drummers 1- doctor, doctor, gimme gas in my ass.. 2- money 4 u honey.. 3- fuck the music.. kill! kill! 4- electric love.. filmdeki müzikler, özelikle bateri soloları dehşetti.. kendimden geçtim filmi izlerken.. sonra bir daha, sonra bir daha.. sanırım onu bulduk.. uzun bir film de değil.. 98 dakikada sıkmadan kasmadan anlatacağını güzelce anlatıyor.. oyunculuklar da harika.. yönetmen ve senaristlerin de önünde saygıyla eğiliyorum.. çok özgün bir film ortaya çıkarmışlar.. film sanırım 29 temmuz’da gösterime girecek tekrar.. kaçırmayın derim izleyin ve ve ve sevdiklerinize, çevrenizdekilere izlettirin iyilik, güzellik yapmış olursunuz insanlığa.. pişman olmayacaksınız ve kendinizin de tahta kulak olup olmadığınızı sorgulayacaksınız.. müzikle ve gülüşünüzle kalın..’ Crockett.. Sound of Noise.. – Yaşamın Ritmi..’ Yönetmen Ola Simonsson, Johannes Stjärne Nilsson Senaryo Ola Simonsson, Johannes Stjärne Nilsson, Jim Birmant Oyuncular Sanna Persson, Magnus Börjeson, Bengt Nilsson, Marcus Boij, Fredrik Myhr, Anders Vestergard, Johannes Björk, Sven Ahlström, Ralph Carlsson, Paula McManus Müzik Magnus Börjeson, Fred Avril, Six Drummers Görüntü Yönetmeni Charlotta Tengroth Ülke Fransa, İsveç Yıl 2011 Aldığı Ödüller 2010 Cannes Altın Ray–Genç Eleştirmenler Ödülü 2010 Austin Fantastic Fest. En İyi Film Fantastik 2010 Sitges Mansiyon 2010 Varşova Özgür Ruh Ödülü Posted in Başyapıt / Sinema, Yazar 'Nedim Crockett' No Comments » okulda insanlar imal edilir..’ okulda insanlar imal edilir.. bu insan yapma sürecine eğitim denir.. geniş anlamda düşünüldüğünde; içerisine doğduğumuz aile, sinema, televizyon, tiyatro ve radyo ile gazete, kitap ve afişler de okul sayılır.. bir nevi bilgi iletmeye yarayan bütün yerler okuldur.. çeşitli nesneler yapmak üzere farklı farklı araçlar kullanılır.. insan yapma aracı ise bilgidir.. insanlar doğal ihtiyaçlarına, alışkanlıklarına veya şiddete uyarak davranmadıkça, gösterdikleri davranışlar bildikleri ile sınırlıdır.. alışkanlıklar bile bir ölçüde bilgi tarafından şekillendirilir.. insanın davranışları yaşamının seyrine yön verirken, edindiği bilgiler de yaşama biçimini belirler.. öyleyse okullarda yanız insan değil, insanın yaşam öyküsü de imal edilir.. bilginin özünü anlamanın yegane yolu, onun bilginin insan hayatına etkisini araştırmaktan geçer.. bir aracın niteliğini daha iyi anlayabilmek için, o aracın nasıl bir amaca yönelik kullanılacağını bilmek gerekir.. aracın niteliğini amaç şekillendirir.. amaçsız araç olmadığı gibi, amaçsız bilgi de yoktur.. insan yapımında kullanılan bilgiler, yapmak’ istediğimiz insan türüne uygun olmak zorundadır.. eğer onu bir tamirci yapacaksak, veteriner yapan bilgiler kullanamayız.. eğer gönüllü bir alman askeri olmasını istiyorsak, ona elbet ineklere tapan birine gerekli bilgiler veremeyiz..’ eğer eşek bir dolabı döndürerek tarlayı suluyorsa, böylece kendi yaptığı iş ve sahibin yaptığı işle daha büyük değerler yaratılıyorsa, eşeğin yeni oluşan bu değerler üzerinde hak sahibi olması gerektiği hiç kimsenin aklına gelmez.. yalnızca dünyadan habersiz tımarhanelikler ve köpeklere vizon mantolar satın alan deli karılar bu eşeğe saman yerine sünger yataklar sermek isterler.. en hoşgörüsüz ahlakçı bile, eşeğin yarattığı değeri, sahibinin almasını doğru bulur.. isa bile eşeği taşıyacağına üzerine binmiştir.. eşeğin ahırında daha büyük bir pencere olması gerektiğine, ona birkaç leziz lokma verilmesi ve ona karşı iyi davranılması gerektiğine katılanlar çok olacaktır.. fakat yarattığı değerlerin karşılığının eşeğe para ile ödenmesi fikri kimsenin aklının ucundan bile geçmez..’ üretenler, ne üreteceklerine, ne kadar üreteceklerine karar veremezler.. bir bakıma üreticiler işverenlerin yanında, eşeğin sahibi karşısında bulunduğu durumdadır.. nerede duracağımıza başkaları karar verir.. insan imal eden biri emirlerine uyan, yakınmadan ona fabrikalar inşa eden insanlar yapacaktır..’ bizi yapan’ bilgileri, en önemli uğraşları mal ürettirip sattırmak olan kişiler seçer.. bizden ve ailemizden kimseye mal ürettirmez ve sattırmaz.. satmak üzere eşya üreten insanlar her yerde azınlıktadır.. roket satan bir insanın, okullarda roketin korkunç bir silah olarak tanıtılmasından hiç çıkarı olabilir mi..’ okullarda, özellikle ilkokullarda yapılan dersler boyunca sürdürülen delice’ üretimin ne çaplara vardığını söylemek güç.. ezenlerin okullarında gözleri korkmuş ana-babalarımız, bu korkularından dolayı hala onlar öğrenciyken kendilerine yutturulan öğretilere göre davranıyorlar.. eğer ahlaksızca, sapıkça ve aptalca yaşamayı önlemek istiyorsak – en azından önlemeye başlamak istiyorsak- işe düşüncelerimizin biçimlendiği, zenginlerin bilgi verdirdikleri yerden –yani okuldan başlamalıyız.. okullardaki eğitim programına, gazete, radyo ve televizyon programlarına karşı kendimizi savunmazsak, kafamızdaki düşünceler, düşmanımız olmaya devam edecektir..’ E. A. RAUTER Düzene Uygun Kafalar Nasıl Oluşturulur..’ , Çeviri Merlin Ecer Çeviriyi Gözden Geçiren Felicitas Hörmann, Türkçe İlk baskısı Gözlem Yayınları, Ekim 1976, Yeni Baskı Kaldıraç Yayınevi, 2011, 80 Sayfa.. Posted in Kitap, Tadımlık No Comments » Eğitim üretim içindir..’ eğitimin amacını tek kelimeyle söylemek gerekirse; bu amacın genel anlamda üretim olduğunu söyleyebiliriz.. evet eğitim üretim içindir.. tarihin ilk çağlarından itibaren durumu incelersek eğitimden beklenen sonucun bir şey üretmek olduğunu görürüz.. eğitimin amacı üretim dendiğinde, bu üretim sözcüğünden yalnızca bir nesnenin, bir ürünün sayıca çoğaltımı anlaşılmamalıdır.. eğitim üretim içindir, ama eğitim yaratım içindir de.. yeni bir anlayış, yeni bir yapı, yeni bir düzen, yeni bir metot oluşturmayı da bir çeşit üretim sayıyoruz ve işte bu anlamda; eğitim üretim içindir, eğitim yaratım içindir diyoruz.. öte yandan şunu belirtelim ki çok açık bir gerçek olmasına rağmen; eğitim üretim içindir’ ilkesi türkiyemizde henüz ifade bile edilmemiştir.. gerçekte ise; tarih incelendiğinde açıkça görülür ki doğru eğitim daima üretime dönük olmuştur.. türkiyede ise; eğitim üretim içindir’ ilkesi ne kabul edilmiş, ne de ifade edilmiştir.. eğitim, ama ne için eğitim.. bu soruya cevap vermeye yönelen eğitimcilerimiz; memleket kalkınması’, adam yetiştirme’ gibi büyük fakat ne anlama geldiği belirsiz olan sözlerle ortaya çıkmışlardır.. gerçekte ise, bir eğitimcinin ilk bilmesi gereken şey ne için eğitim yapılacağıdır.. bu sorunun tek doğru karşılığı ise üretim için eğitim ilkesidir.. eğitimden beklediğimiz, ihtiyaç maddelerinin çoğaltılması ve yeni değerlerin yaratılmasıdır.. halbuki türkiye’deki eğitim başlıca üç yanlış ürün verir 1 sokağa işsiz, 2 memuriyete aybaşı beklemeye, 3 yurtdışına işe.. eğitimini tamamlamış bir kişi için ilk tehlike işsiz kalma tehlikesidir.. daha değişik bir söyleyişle; hiçbir üretim yapma olanağı bulamamaktır.. türkiye’nin sosyo ekonomik ve siyasi yapısında hiçbir değişiklik olmadan yalnızca eğitimde bir reform olamaz.. eğitim toplumsal hayatın ayrılmaz bir parçasıdır.. yaşamak savaşının gereği olan bilgilenmeyi sağlamak için ortaya çıkmıştır.. toplumun geliştirdiği üretim araçları ve insanlar arası ilişkilere bağlı olarak her ekonomik yapıda farklı eğitim sistemlerinin olduğunu görüyoruz.. çağdaş ingiliz düşünürü bertrand russel eğitim ve toplum düzeni’ adlı eserinin ikinci bölümünde farklı eğitim düzenlerinden şöyle söz eder günümüzde üç ayrı eğitim düzeninin savunucuları var.. bunların ilkine göre, eğitimin amacı yetişme olanakları sağlamak ve engelleyici etkileri ortadan kaldırmaktır.. ikinci kurama göre, eğitimin amacı bireye kültür vermek ve yeteneklerini mümkün olan en geniş ölçüde geliştirmektir.. üçüncüsü eğitimin birey yönünden değil toplum yönünden ele alınması gerektiğini, görevinin yararlı yurttaşlar yetiştirmek olduğunu ileri sürer.. bu kuramlardan üçüncüsü en yeni olanıdır.. en eskisi de ilkidir..’ russel’in ayrımına göre bizdeki eğitim düzeni daha çok ikincisine uymaktadır.. herhangi bir eğitim düzeni hangi tür olursa olsun, ülkenin sosyo ekonomik yapısında hiçbir değişme olmadan eğitim reformu yapılamaz, yani yeni bir eğitim düzeni kurulamaz.. başka bir deyişle hiçbir eğitim düzeni o ülkenin sosyo ekonomik yapısından ayrı olarak ele alınıp çözüme varılamaz..’ HARUN KARADENİZ Eğitim üretim içindir..’, Gözlem Yayınları, Ekim 1979, 86 Sayfa.. harun karadeniz, 1942 yılında giresun’un alucra kazasının armutlu köyünde doğdu.. yüksek öğrenimini istanbul teknik üniversitesi inşaat fakültesinde tamamladı.. öğrenciliği döneminde çeşitli öğrenci derneklerinde görev aldı.. 1968-69 yıllarında itü öğrenci birliği başkanlığı yaptı.. 1968 yılının tös’ün düzenlediği devrimci eğitim şurası’na çağrılı olan öğrenci örgütleri dayanışma kurulu yürütücüsü olarak kurulun ön çalışmalarına katıldığı halde, siyasi baskı ortamının yarattığı sakıncalar yüzünden şura’ya fiilen katılamadı.. itü’ye yapılan bir faşist saldırıda yaralandı.. bu yaralanmalar kendisinde kalıcı hasarlar oluşturdu.. 12 mart döneminde tutuklandı.. hapiste olduğu dönemdeyken uğradığı saldırı ve işkenceler yüzünden oluşan rahatsızlığı arttı.. 12 mart sıkıyönetimin çeşitli engellemeleri yüzünden tedavisi gecikti ve amansız hastalığı onu 1975 ağustosunda aramızdan ayırdı.. olaylı yıllar ve gençlik’, kapitalsiz kapitalistler’, eğitim üretim içindir’ adlı üç kitabı ve bazı broşürleri vardır..’ Posted in Hayata Dair, Kitap, Siyaset, Tadımlık No Comments »

bir çiçek çizdim bu akşam avucuma